Bu ayki yazım planlanan tarihten biraz geç gelse de, biz yine Kilikya bölgemizden devam edelim yani namıdiğer Çukurovamızdan... Başka bölgeler de serpiştirmeye çalışıyorum arada ama Kilikya öyle geniş ve kıymetli bir cografya ki; herkes bu güzellikleri gelsin ve görsün istiyorum. Zaten gelenler doyamayıp tekrar geliyorlar.
Bu bölgenin en kıymetlilerinden biri de hiç şüphesiz 7 Eylül 1938 de Hatay sorununun çözümü için kurulan Hatay Devleti konumunda olup 9 buçuk ay sonra Türkiye illerinden biri haline gelen Antakya'dır. Dünyaca bilinen bir yer olmasının en büyük etkeni, Dünyanın ilk kilisesi olarak kabul edilen, Habibi Neccar Dağı oyularak inşa edilmiş olan ve Vatikan tarafından kutsal hac yeri ilan edilen St.Pierre Kilisesinin burada olmasından kaynaklanıyor. Hristiyan kelimesinin ilk kez burada kullanılması da cabası. Kilise içerisindeki vaftiz suyunun ilk kaynağı sayılan havuz ve ani baskın durumunda sığınağa giden tünel oldukça dikkat çekici.
Fotoğraf: Gülcan Akdoğan
Biz Türkiye olarak kültürel varlıklarımızı korumakta biraz geç kalsak da Dünyanın en geniş mozaik sergileme alanına sahip, Antakya ve çevresindeki arkeolojik ve mozaik eserleri bünyesinde barındıran müthiş bir müzenin burada bulunması ziyaret edenlere ayrı bir keyif veriyor. Müzenin en dikkat çekici eserlerinden biri; Antakya' nın Reyhanlı ilçesi civarında keşfedilen Tell Tayinat Höyüğünden çıkarılan Geç Hitit döneminde hüküm sürmüş Kral Şuppiluliuma' nın, fal taşı gibi açılmış gözlerine bir müddet bakakalacağınız 1,5 mt boyunda ve 1,5 ton ağırlığındaki dev heykelidir; diğeri ise denizlerin tanrısı olan Oceanos, denizdeki dişi unsuru sembolize eden Tethys ve yunuslara binen veya balık tutan erosu anlatan mozaiktir.
Fotoğraf: Kudret İdemci
Kuşkusuz şehrin en otantik kısmı şairin de dediği gibi; Antakya'nın bir kişilik dar sokakları. Ortasından su kanalı geçen bu dar sokakları dolaşmadan bu şehri anlayamazsınız. Ne kadar hoşgörü içinde yaşayan bir şehir olduğunu anlarsınız yan yana kilisenin, caminin ve havranın olduğunu görünce. Aslında Antakya sokaklarına kişilik kazandıran detay tarihi evleridir. O kadar iç içe ki, yollar bile evlere göre şekilleniyor, bir de avluya açılan yüksek duvarlar örüldügünde kendinizi labirentin ortasında kalmış gibi hissediyorsunuz.
Fotoğraf: Menekşe Mercan
Şehre başka bir önem katan olay ise; Lübnan' ın Beka Vadisinden doğup Suriye ile sınırımızın bir kısmını oluşturan, Antakya' yı ikiye bölerek Samandağı ilçesinden Akdeniz'e dökülen Asi Nehri'nin Türkiye deki tek ters akan nehir olmasıdır.
636 yılında Hz. Ömer'in hilafeti döneminde, Antakya fethinin sembolü olarak Roma tapınağının üzerine inşa edilmiş Anadolunun ilk camisi olması sebebiyle Habibi Neccar Camisi ve Antakya'lı bir marangoz olan ve Hz. İsa ya inandığı için putperest halk tarafından taşlanarak öldürülen Habibi Neccar' ın camideki türbesi en çok ziyaret edilen noktalardan biri.
İşte benim her gittiğimde büyülendigim yer. Samandağı ilçesindeki Seleukeia Pieria antik limanının, sel sularıyla gelen alivyonlarla dolmasını engellemek için, M.Ö 300 yıllarında İmparator Vespasianus zamanında başlanıp oğlu Titus zamanında biten, tam 10 yıl boyunca romalı köleler tarafından Musa dağı delinerek inşa edilmiş Titus Tüneli, 1380 mt uzunluğu, 7 mt yüksekliği ve limanı tehdit eden sel sularının yönünü 90 derece değiştirmiş olmasıyla dünyanın en eşsiz tarihi eserleri listesinde yerini almalı diye düşünüyorum. Ferhatın dağları delmesi efsane olsa da Titus Tünelinde kölelerin dağları delmesi gerçek. Tünelin bazı yerlerinde dağ ortadan ikiye kesilmiş gibi gökyüzünden sızan ışık adeta gözleri kamaştırıyor.
Fotoğraf: Murat Uçarol
Titus tünelinin hemen ilerisinde eski çağlarda ölüler şehri olarak bilinen, 93 mezar yatağından oluşan ve kayalar oyularak inşa edilmiş Beşikli Mağara ilginizi çekecek başka bir nokta.
Çevlik plajından Titus Tüneline, tünelden beşikli mağaraya doğru giden kültür yolunda müthiş kokusuyla eşlik eden defne ağaçlarını unutmak o güzel atmosfere haksızlık olur. Ayrıca mevsiminde yani eylül ayında gittiğinizde keçi boynuzunun diğer adıyla harnupun da tadına bakabilirsiniz. Faydalı olduğu kadar lezzetli de.
Lezzetli demişken Antakya' nın yemek kültüründen bahsetmemek ayıp olur herhalde. Sadece ana yemek değil kahvaltılık, meze ve tatlı kültürü olarak da efsaneler. Sermisek, ekşi aşı, yoğurt aşı, künefe, aşur, çökelek salatası, bakla ezmesi, babagannuş, humus, muhammara, mutebbel, yumurta occesi, tebbuli, zahter salatası, sürk, kaytaz böreği, katıklı ekmek, bezirgan salatası, zahter& zeytinyağı vs vs. Hiç bitmicek sandım bu liste ama neyse ki kısa kestim. Bu kadar şeyi saydıktan sonra gel de Antakya'dan turlarıma katılan misafirleri başka yerlerde yemek konusunda memnun et. Haklı olarak zor iş.
Keyfi olarak Antakya'ya her gittiğimde Antakyalı can dostlarım ve meslektaşlarım Sercan Gülüm ve Menekşe Mercan ile sil baştan Antakya'yı geziyorum onların rehberliğinde turist gibi, kıymetli ailesinin ellerinden Antakya lezzetlerini tadıyorum ve hiç bıkmıyorum; o dar sokaklarında dolaşmak bile insana huzur veriyor. Doyamıyorum kültürüne, yemeklerine, medeniyetine, tarihine... Onlara da çok teşekkür ediyorum her seferinde beni davet edip ağırladıkları için.
Artık yazımı sonlandımam lazım ama Türkiye'nin Tek Ermeni Köyü olan Samandağı Vakıflı köyünden, Hz. Musa'nın asasının yeşererek çınar ağacına dönüştürdüğüne inanılan ortalama 1000 yaşındaki Musa ağacının bulunduğu Hıdırbey köyünden, Payas ilçesinde Osmanlı'nın yolcuya ve yolda kalanlara gösterdiği hassasiyeti hissedeceğiniz Sokullu Mehmet Paşa Külliyesinden ve külliyenin bahçesinde tarihe tanıklık eden 1400 yıllık zeytin ağacından ve hemen karşısındaki Payas kalesinden bahsetmemek büyük eksiklik olurdu.
Antakya yazmakla bitmez. Ozaman Kilikya'nın güzide şehri Antakya'ya gitmek için fazla zaman kaybetmeyiniz ve buraları gezmeden, lezzetlerini tatmadan Antakya' dan dönmeyiniz. :)