Bugün TÜRSAB İstanbul Boğaziçin BYK Başkanımız Nejat KARAGÖZ'ü kaybettik. Ağağıdaki yazım Oğlu EFE'ye ithafımdır.
Sende artık büyüdün Efe;
Arkasında belki mal-mülk değil ama sana şan, şeref, hoş bir seda ve binlerce kalp, dost bırakan canım arkadaşım, dostum, meslektaşım Nejat Karagöz'ün oğlu EFE KARAGÖZ. Bir ömür boyu gururla taşıyacağın bu şeref onun gurur duyduğu, bakarken gözlerinin dolduğu, gözünün nuru, kıymetlisi olarak Baban ne mutludur ki senin gibi "adam" yetiştirdi ve bizlere, bu topluma altın kalpli, zeki, ahlaklı, dürüst bir insan kazandırdı. Asla gözü arkada kalmayacaktır buna eminim. Sen de şundan emin ol ki, bizler yani başta Turizm camiası ve arkadaşları her daim seni bir dost, bir arkadaş, bir kardeş ve bir oğul olarak kabul ediyoruz. Yüzlerce otel, binlerce acenta ama belki de yüzbinlerce kalp var artık sana kapısı, gönlü açık olan. Anahtarı ise işte babanın sana bıraktığı en güzel miras; ŞEREF...
Nejat vefat etmeden çok önce bir yazı kaleme almıştım. Gönlüm bir türlü yayınlamaya el vermemişti. Bugün o gün. Sana bu yazımı ithaf ediyorum. Başlığı;
"Beni çok erken büyüttün baba"
Hoşçakal Nejat, Hoşgeldin EFE...
Babalarını kaybeden kızların hislerini bilemem. Bildiğim; Babamı kaybettiğim gün benim büyüdüğüm gündür. Yaslandığım duvarın sırtımdan gittiği, omzumu tutan ellerin kaybolduğu, her adımda gölgesini hissettiğim güç, bilgi, görgü, nizam kaynağımın kuruduğu, onun varlığı ile meydan okuduğum dünyanın başıma yıkıldığı gündür o melun gün.
Çocukluğumdan beri her iki cümlemden biri "benim babam var ya ..." ile başlardı. Benim babam yok artık!...Asla geri ödeyemeyeceğimi bildiğim emeklerine başarılarımla karşılık vermek istediğim ağacım, direğim, aslan babam yok artık.
Bir yazıma şöyle başlamıştım;
Dörtdörtlük Çerkez'in evladı olarak dünyaya geldiğimdendir, babama doyasıya sarılmak kısmet olmadı bana. İçim giderdi sokakta babalarının kucağında ki bebeleri, baba-oğul, baba-kız elele gezen çocukları görünce. Oysa, bırakın babamın elini tutmayı, bana sarılmasını, başımı okşamasını, bayramlar hariç, ondan bir öpücük dahi alamadım hayatımda. Bu nedenle bayram sabahları tüm çocuklar sevinçle uyanırken, ben yatağımdan çıkmak istemez, yorganı başıma çeker, ağlardım.
18'ime basmadan kaybettim babamı. Ağız dolusu "babacımm" diye sarılamadan, içime çekemeden kokusunu. Kısmet tabutuna ve kefen içerisinde mezarına indirirken sarılmakmış babacığım'a. O acı anımda bile bunu düşünmüştüm. Acaba o da benim gibi düşündü mü son nefesini verirken? Evladıma hiç sarılmadım, sarılamadım dedi mi? Oysa tam bir ay önce, üniversite imtihanını kazanamadığımı duyunca, tek başına alt kattaki muayenehanesine inmiş, elinde benim sınav sonuç belgeme bakarak, hüngür hüngür ağlarken görmüştüm onu. Koşup sarılmak, Canım babam; bilseydim bu kadar üzüleceğini daha çok çalışırdım. Söz seneye kazanacağım' demek istemiş, tabi buna cesaret edememiştim.
Bir sene sonra Türkiye 38.si olarak iTÜ Gemi inşaatı fakültesine girdim. Ama artık sevinecek, benimle gurur duyacak bir babam yoktu ki. Nafile ve kısık bir ses ile okudum mezar taşına sınav sonuç belgemi. Ve ilk kez, ama haykırarak söyledim onu ne kadar çok sevdiğimi.
SENi SEViYORUM BABA'
Ya bundan sonra?
Babanı kaybettikten sonra ilk kez geleceğini düşünürsün, ilk kez kendine sorumluluklarını sıralarsın, kendini sorgularsın. Sen alırsın düne kadar senden sorumlu olan annenin, ablanın, kardeşlerinin sorumluluğunu. "Geçinmek, geçindirmek" kavramlarıyla tanışırsın. En önemlisi gerçek dost kim? tanırsın. Bir bakmışsın ki düne kadar senin, babanın ve ailenin etrafında dönen bazı dostlar(!), akrabalar ve komşular birden bire yok olmuş, sırtlarını dönmüş, evine gelmez, selam vermez olmuşlar. Ezberin bozulur. Kaybedersin arkadaşlık, dostluk, akrabalık kavramlarını.
Babanla yaşanmışlıklar aklına geldikçe sevinir, yaşanamamışlıklarda hüzünlenirsin. Hele benim gibi 17'sinde kaybedersen babanı, hele daha 2 kadeh tokuşturamadıysan, henüz onu sevdiğini söyleyememiş, ona sevgilini anlatamamış, okulunu, işini, dertlerini, çıkmazlarını paylaşamamışsan, daha da zorlanırsın yokluğuna alışmaya. Okul, iş ve aşk hayatını da, yol haritanı da, hatta yeme- içme ve meyhane adabını da, "yaşa ve gör" felsefesi ile sürdürmek ancak iki adımda bir tökezlemek zorunda kalırsın. İşin bozulduğunda, dost kazığı yediğinde, aşk acısı çektiğinde yani senden yıllarını alan her dönemeçte ve sekmede "Keşke babam yanımda olsaydı" dersin. Keşke...
Ve sonunda günün deyimiyle "reset" edersin hayatını. Yeni bir başlangıç, yeni yaşam biçimi, yepyeni bir çevre. Çok daha değerli yalnızlık, daha sıkı aile bağları, daha ciddi sorumluluklar edinirsin. Duygular iç içe ve karma karışıktır. Uyuyamazsın geceleri. Çözümsüzlüğün esaretiyle bir o yana bir bu yana döner durursun sabahlara kadar. Kimileri buna "travma" der. Oysa sen bilirsin beyninde patlayan balyozun, omzuna binen sorumluluğun ağırlığını.
Yaşın kaç olursa olsun şimdi büyümüşsündür artık...
Ve gün olur, oğlun olur. Sıra sendedir. Babandan aldığın emekleri, şevkati misliyle verirsin oğluna. Ve istersin ki "oğlun asla büyümesin" Asla...
Saygılarımla