Sabah saatlerinde gün doğumu ile birlikte Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Milli mücadeleyi başlattığı şehir olan Samsun da O muhteşem Anıt önünde gezinin başlamış olması Karadeniz turuna ayrı bir anlam ve heyecan katmış oldu.
Grup ile birlikte ata'nın huzurunda hatıra fotoğrafı çekildikten sonra,19 Mayıs 1919'da Türk milletinin makus kaderini değiştirmek için M.Kemal Atatürk'ün İstanbul'dan Samsun'a çıktığı Bandırma Vapurunu ziyaret ettik,Bir gemi bu kadar mı gururlu,bu kadar mı asil olur, nereye adım attıksa halen o eski ihtişam ve onuru taşıyormuş gibi bizleri karşıladı.Ata'yı şükranla yad ettikten sonra ordan ayrılacak olmanın hüznü ile dolduk,istemeyerekte olsa oradan ayrılıp,Ordu'ya yöneldik.
Mühteşem bir yaz güneşi şöleni ile, bir taraftan ormanlarla süslü Canik dağları bizlere kol kanat geriyor, öbür taraftan da mavinin bütün tonları ile bizlere el sallayan Karadeniz eşlik ediyor yolculuğumuza.
Yol güzergahımızda Terme ilçesini transit geçtik,derken kendimizi Çarşamba'nın kollarında bulduk,ama oraya girince bizleri bir hüzün sardı,Çarşamba'yı sel aldı türküsüne konu olan Ahmet ile Melek'in aşkı canlandı gözümüzde birden,Çarşamba ırmağını Burçin'nin Çarşambayı sel aldı türküsü ile ile geçtik,
Daha Çarşamba türküsünün hüznünden kendimize gelmeden,Ordu il sınırında kendimizi bulduk,bizleri Ordu'nun Akdenizi aratmayan şirin ilçeleri Ünye,Fatsa karşıladı,tam bu ilçeler arasında Hekim oğlu türküsü ile heyecan doruğa çıktı,adeta bu türkü ile büyülenmiş hatta kendimizden geçmiş gibi olduk,Karadenizin büyüsü ile kendimizi Ordu'da bulduk,Ordu boztepe'ye çıkmak için teleferiğe bindik ve aman allahım, manzara değil rüya alemi bütün Ordu ve Karadeniz ayaklarımızın altında,tepede öğle yemeğinde tadına doyamadığımız Ordu pidesi yedik,panoramik resim molasından sonra tekrar teleferik ile aşağıya inip aracımıza bindik,Maalesef tadına doyamadığımız bir başka Karadeniz şehrini geride bırakıp düştük yollara çünkü bizleri dağlar,yollar,yaylalar bekliyordu sabırsızlıkla biz de onları.Karadeniz'in şirin kenti Giresun'u geçip yolda verdiğimiz kısa molalardan sonra bizleri bekleyen Kümbet yaylasına o muhteşem manzarasının kolarında bulduk kendimizi.gökyüzünde bulutların güneşle dansına şahit olduk,orada her şey sustu tabiat konuşuyordu,dağlar,ağaçlar,kuşlar dile geldi,akşam muhteşem bir eğlenceden sonra sabah ,otel uyandırması ile kendimize geldik.
Ve yine bir veda ve yeni bir buluşma için yollara düştük,Karadeniz sevdası bizi bekliyordu,artık yavaş yavaş Trabzon'a yaklaşıyorduk,Tirebolu da Çay ve Fındık ezmesini tattık daha sonra Trabzon Karadeniz sahiline nazır Akçaabat'ta meşhur Körfez Akçaabat Köfte yedik ve yolumuza devam ettik,derken bir zamanlar Pantus Rum Devleti olan,aynı zamanda Fatih sultan Mehmedin doğduğu Şehir Trabzona vardık,muhteşem mimarisi ile denizi göğüslemiş olan,son zamanlarda Kilise mi? Camii mi? diye adından sıkça söz ettiren Ayasofya kilisesine vardık,Bir kısmı halen capcanlı Fresklerle süslü kilise,bir kısmı da ana kubbesi kapatılmış ve içerisinde ibadet yapılan camii,her halde her iki özelliği taşıyan başka mekan yoktur dünyada.ayasofya gezisini bitirip Trabzonun mustahkem yerine hakim olan Atamıza'ya hediye edilmiş olan Gazi Köşkü'ne yöneldik.köşk ziyareti sonrası tekrar ,veda vakti Abbas yolcu Trabzondan ayrıldık bu sefer Çayın memleketi olan ve Türkiye de en fazla yağış alan yeşil Rize'ye hareket ettik,güneş batmak üzereydi,güneşin kızıllığı denizi azdırırcasına bıçak gibi yarıyordu yakamozlar,öte yandan renkten renge giren ve karanlığa meydan okuyan ormanlar refakat ediyordu bizlere otelimize kadar.
Sabah otelden ayrıldık,Arhavi'den Marsis dağı eteklerinde kamilet vadisi ve deresi boyunca ilerleyip muhteşem Osmanlı eseri olan çifte köprüyü resimledik,Daha sonra Nefes kesen,Türkiye''nin en yüksek şelalerden biri olan Mançuna şelalesini ölümsüz karelere sizler için yerleştirdi...Bu doyumsuz doğaya veda vakti geldi çattı,unutulmaz anılarla Rüyalar aleminde yaşayan konuklarımızla Sarp sınır kapısı ve Batum yöneldik,Gonia kalesi,St andrew anıtı,Poseidon Anıtı,Mor Plaj derken Nihayet Sarp sınır kapısının angarya ve saçma formalitelerden sonra Anavatana dönüş,yarım saat yolculuğun akabinden sonra ,konaklayacağımız Grand Çavuşoğlu Otele vardık ,ama hiç bir ülke,Türkiye kadar güzel değil...
Sabah deparı için sabirsizlanan misafirlerimizle,çılgın ve muhteşem manzaraların kollarına biraktik kendimizi...
Dolambaçlı yollarda bizleri karşılayan Fırtına Deresi oluşturduğu şelaleler,kendini beğendirmeye çalışan gelin gibi, bir sağımıza bir solumuza yaslanıyor.
Uzayıp giden rüya gibi yolda,karşımıza firtina deresine can veren,Palovit şelalesi nin büyüleyici manzarası ile adeta küçük dilimizi yuttuk.
Kısa bir moladan sonra manzaranın efsunlu büyüsü ile çat vadisi boyunca dağların bulutlarla kucaklaştığı zirve noktasında olan ve bütün ressamlarin elinden çıkmış tablo gibi olan Elevit yaylasını, yağmur eşliğinde sırılsıklam bir mutlulukla gezdikten sonra hayal alemi ile veda vakti artık...
Araçlarimiza binip bu sefer bizleri bekleyen bir başka hayal alemi olan AYDER yaylasina hareket ettik kısa bir yolculuktan sonra sis perdesinin ardından kinasi yakılmış ve tülünü giymiş gelini andıran şekilde gelin tülü şelalesi, çağlayanları ile karşıla.
Akşama;bu rüyadan uyandığımızda kendimizi SİS Otelin Lobisinde bulduk....
Ve bir kaşka sabah;Otelin penceresinden dışarıya baktığımda dağların zirvesinden karadenize ulaşmak için,mavinin tonlarını yarıp beyaz gelin tülü şelalesi bizleri selamladı
Ayder yaylasından ayrıldığımızda,bizleri uğurlamaya gelen Fırtına deresi eşlik etti yolculuğumuza,gece boyunca başka ressamlar mı gelmiş karadenize ne? O gördüğümüz taplo başka bir dille konuşuyor, Renkler,tonlar manzaralar daha açık ve canlı olmuş
Tam yolda renklerin esiri olmuşken bir de ne görelim Osmanlı Resturant 100 Mt geride tabelası gözümüze ilişti hepimiz çok şaşırmıştık,ilerde yazılmazı gereken tabela neden geride diye gösteriyor,meğer Faruk Abi bu şekilde dikkat çekçek için yapılmış kurnaca bir Of oyunu olduğunu öğrendik.Osmanlı resturanta hem çay hemde Zıplayın için yarım saat mola verdik,
Bir cennet köşesini andıran mekanda dinlendikten sonra tekrar yollara düştük,artık dönüş yolundaydık,hüznü ve mutluluğ aynı anda yaşıyorduk,akşam saatlerinde Karadeniz gezimizin son veda noktası,sarp bir dağın zirvesinde bulutlarla kucak kucağa duran Sümela Manastırına gitmek için bizleri bekleyen minibüslerle tırmanmaya başladık,Manastıra ulaştığımızda bulut kümeleri ile süslü derin vadiler artık ayaklarımızın altındaydı.manastır ise bir açık hava müzesini andırıyordu,İncilin bütün sahnelerini sayfa sayfa bizlere sundu artık hava kararmak üzereydi veda vakti gelmişti Sümela'ya.Tekrar bizleri bekleyen minibüslerimize binip aşağıda bizi bekleyen otobüsümüze bindik,konaklayacağımız son otele geldik,İpekyolu Park Otel beklide şimdiye kadar kaldığımız en güzel oteldi.güzel bir akşam yemeğinden sonra haftanın bütün yorgunluğu üzerimize çokmüş uyumak için can atıyorduk,grupla kısa bir sohbetten sonra kendimizi uykunun kollarına bıraktık.
Rüya gibi gezinin final sabahı;Otelde açık büfe kahvaltımızı aldıktan sonra Zigana dağlarına tırmanış başladı,yol güzergahımızda Hamsi köy bulunuyordu,Hamsi köy dinlenme tesislerinde,tattığımız lezzeti tarif edilmez sütlacın tadı damaklarımızda,derken Zigana dağlarının altından yani zigana tünelinden geçip Kara denize veda etmiş olduk.
Gümüşhane'ye varmadan yol güzergahımızda dünyanın en güzel doğa harikası olan Karaca Mağarasını ziyaret ederek Kelkit ilçesine geldik,Kelkitte beklide hayatımız boyunca tadamayacağımız Kelkit döneri yedikten sonra Erzincan,Sivas,Kayseri güzergahından Adana'ya varmış olduk.