Seninle geç tanıştık, dün gece hayat hikayeni izleyene kadar meğer sen diye başkasını biliyormuşum. Yaşlarımız aynı sayılır, ama gördüm ki dünyalarımız çok farklıymış; Ben İstanbul’da el bebek, gül bebek büyürken, sen Anadolu’da, onca yokluğun, derdin, kederin, kötülüğün içinde masum ve şefkat dolu bir yürek yeşertmişsin.
Şarkı diye söylediklerin aslında hayat hikayenmiş, bilemedim.. Gizli, gizli dinledim, içten, içten bayıldım, sonra utanmadan yüreğime dahi yalan söyledim ve “arabesk yaa” diye küçümsedim. Muhterem hanıma tutkunu da hafife almışım, o nasıl bir sevgiymiş birader..
Hemen her Beyaz Türk gibi "bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olarak" seni tanımaya tenezzül etmedim, hitap ettiğin zümreyi tanımadan, empati yapmadan “O seviyeye inmem ben” dedim.
Ne eşekmişim !.
Yeni anladım; Onca yokluk içinde, yüreğine nasıl bir sevgi tohumu ektiysen, hasadını milyonlarla paylaşmaktan geri durmamışsın. Seneler boyu seni görmezden gelmemize rağmen bizi de hoş gördün. Bizim sana yaptığımız gibi sırtını dönmedin, Beyaz Türk şarkıları söylemeye başladın. İşte o zaman anladık ki “ne inmesi” aslında senin seviyene çıkamayan, değerini bilemeyen bizmişiz, ama kahrolası kibir işte, onu bile itiraf etmeyi, hakkını teslim etmeyi beceremedik..
Film izleyince anladım; Sen bu dünyaya görevli gelenlerdenmişsin; Kötü bir dünyada, iyilerin de olabileceğini anlatmak için aramıza inmişsin, beyaz giysiler o sebepten çok yakışıyormuş sana. Affetmek, hoş görmek, tevazu göstermek, sorgulamadan kucaklamayı anlatmakmış görevin..
Affet beni Müslüm, önyargılarım, halden anlamazlığım, hakkını teslim edemediğim için kusuruma bakma. Keşke tanışsaydık, beni de kucaklasaydın, bende sana “ulan kral adamsın, bu yaşta, beni benle, yüzleştirebilmeyi becerdiğin için teşekkür ederim, bir de sevdiğin kadına şiddet uygulayacak kadar seni senden uzaklaştıran içkinin bu kadar esiri olmasaydın, seni daha da çok severdim” diyebilseydim..